KENDİ KELİMELERİMİZ, KENDİ KAVRAMLARIMIZ

“Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.” (Gandhi)

Geçen hafta hatırlattığımız , “hikmet Mü’minin yitiğidir ve nerde bulursa oradan alsın” hadisinin gereği, biz de konuya yukarıdaki hikmet dolu sözle başlayalım.

Konumuz, 2. İslam Medeniyeti’nin inşaında dikkat edilmesi gereken ve ilk anda detay gibi görünmeye de uygun bir mesele: İlim ve iletişim faaliyetimizi kendimize ait kelime ve kavramlarla yapmak…

 Bu cümleden olarak, kendimize ait kelime ve kavramların önemi ne yazık ki çok az sayıda Müslümanın farkında olduğu bir durum. İnsanımız, özellikle de bilgi/bilinç düzeyi yükseldikçe daha yoğun bir biçimde Modern kavramlar kullanır hale gelir oluyor. Ve şu nokta gözden kaçırılıyor: Kimin gibi konuşuyorsanız -ister istemez- onun gibi düşünürsünüz ve kimin gibi düşünüyorsanız, gerçekte osunuz. Kendiniz değil. Başka bir deyimle, kalp olarak Mü’min fakat kafa olarak gayr-ı Müslim…

Meseleyi zorlaştıran taraf ise ileri düzeyde bir düşünce ve bilgi aktarımını, tamamen “bize ait olan” kelime ve kavramlarla yapmanın imkânsıza yakın ölçüde zor oluşu. Zira kabaca sekiz yüz seneden beridir bir durgunluk dönemi yaşamakta olan İslam Medeniyeti, günümüz ihtiyacını tek başına karşılayabilecek bir nitelik ve nicelikte kelime/kavram üretimi gerçekleştiremedi. Bu durumda önümüzde iki acil görev bulunuyor. Günümüz Müslüman âlim ve düşünürlerinin, doğrudan bu ihtiyacı gidermeye dönük olarak sistemli ve bilinçli bir mesai ortaya koymaları ve bu arada ister istemez kullanılmaya devam edecek olan Modern kavramların, içselleştirilmeden kullanılması. Örneğin, düz bir biçimde “sosyoloji” demektense, “Batılı sosyoloji, Modern sosyoloji” gibi bir vurgu ile bu kavramı aynen kabullenmediğimizi ve ona tam da Batılıların görmek istedikleri biçimde, evrensel bir nitelik atfetmediğimizi belirterek kullanmak… Bu onurlu ve bilinçli tavır şimdilik işimizi görmemizi sağlayacaktır. Ve bu arada belirtelim ki, bütün medeniyetlerde gerçek âlim ve düşünürlerin temel belirleyicisi, özgün bir terminoloji geliştirip, onu diğer insanlara da benimsetmiş olmalarıdır. Bu noktayı daha iyi anlayabilmek için Bediüzzaman ve Risale-i Nur örneklerini inceleyebiliriz.

 Üstad, kendi yaşadığı dönemin ürünü olan ve dolayısıyla bu durumu ifade eden bir İslami kavramı olmayan, İslam’ı yaşamayan Müslüman tipini tanımlamak için “ehl-i dünya” kavramını geliştirmiştir. Ve bu noktada da İslami Düşünceye büyük hizmet etmiştir. Aksi taktirde bu tip insanlara da hiçbir farklılık vurgusu yapmadan “Müslüman” demeye devam edecek ve dinini yaşayan Müslümanlar ile doğrudan İslam’ın kendisine haksızlık etmiş olacak ya da böylelerini “kâfir” olarak isimlendirmek zorunda kalacak ve o zaman da İslam’ın ruhuna ters bir biçimde, onları daha çok itmiş ve aynı zamanda hakikate karşı da haksızlık etmiş olacaktık.

Bu açıdan günümüz ilahiyatçı akademisyenlere baktığımızda ise çok büyük bir kısmının İslam âlimi değil, sosyal bilimci olduğunu görürsünüz. Çünkü İslam’ın kavramlarıyla konuşmuyorlar. Ve ister istemez, bir Müslüman âlimi gibi de düşünemiyorlar. Bilgi birikimleri ne kadar çok, zekâları ne kadar fazla olsa da…

Önemi itibariyle önümüzdeki hafta da, ALLAH’ın izniyle devam etmek istediğimiz bu konu hakkında şimdilik sözü noktalarken, Kur’an’ın bir “inceliğine” dikkat çekelim ve Müslümanların kendi kelimeleri/kavramlarını kullanmaları gerektiği konusunda titiz olmalarının, ALLAH katında da ne kadar önemsendiğini görelim:

“Ey iman edenler! ‘Raina’ (bizi gözet) demeyin, ‘unzurna’ (bize bak) deyin. Ve sözü iyi dinleyin. Kâfirler için acı bir azap vardır.” (2/Bakara:104)

Medine döneminin ilk zamanlarında Efendimiz’in (O’na Binler Selam) huzuruna giren yahudiler, kendisine sık sık “raina” diyorlardı ki, bu sözcük aslında kaba anlamlar da çağrıştırıyordu. Ve onların asıl maksadı, suret-i haktan görünerek Efendimiz’e hakaret etmek, kendisiyle alay edip, kinlerini tatmin etmekti. Yani tek kelime ile yahudilik yapmaktı. Fakat bu arada bir kısım iyi niyetli sahabiler de yahudilerden duya duya Efendimiz’e (O’na Binler Selam) “raina” demeye başladılar. İşte ayet de bunun üzerine indi. “Sebebin hususiyeti, hükmün umumiyetine mani değildir” (Bir ayetin özel bir sebep/olay üzerine inmiş olması, o ayetten çıkarılacak hükmün genel olmasına engel değildir) kuralı üzerinden, bu ayetin bize söylemek istediği, “kelime ve kavramlarınızda kendiniz olun, kendinize ait olanı kullanın, başkasını taklit etmeyin” duyarlılığıdır. Hatta görünüşte o iki kelime/kavram arasında büyük bir anlam farkı olmasa da…

“Ey iman edenler! Raina demeyin, unzurna deyin!” Batılı/modern entelektüellerin değil, kendinize ait olan kelime ve kavramlarla konuşun, düşünün, yaşayın… Ki tam olarak Mü’min olasınız.

Haftaya devam etmek, üzere ALLAH’a emanet!

468 ad

2 Yorum

  1. Birsel tas
    Kas 10, 2016

    Ben kitabinizinalmak istiyorum ama bulamadim nerden getirtirebikirim lutfen

    • Yonetici
      Kas 30, 2016

      Said Alpsoy’a ait kitaplar için Dost Eli Derneği ile irtibata geçmeniz yeterli olacaktır.
      Dost Eli Derneği: 0216 412 05 16 – 26

Bu yazıya yorum yapın: Birsel tas Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>